Uyar: “Bilimde Astrolojiye Yer Yok”

AJANS ÜNİVERSİTE-Şeyda AYDIN

-Bilim haberciliğinin tanımı ile başlasak…

-Adı üzerinde olduğu üzere konusu bilim olan haberciliktir. Günümüzde, yoğun bir şekilde bilimsel araştırmalar devam ediyor. İnsanın, evrenin veya doğanın sırları üzerine hemen her gün yeni bir şey keşfediliyor. Bunlardan bir kısmı tüm kamuoyunu ilgilendirecek kadar ilgi çekici ve önemli olabiliyor ama tabii ki bazıları sadece alanının bilim insanlarını ilgilendirecek nitelikte oluyor. Bir şekilde bunlar, kamuoyuna teknoloji olarak sunulan bazı gelişmelerin arka planına ait olabiliyor ama içlerinden her birinin bir haber değeri taşıdığı söylenemez, bir kısmı haber değeri taşıyor. Çünkü ilk olarak, varoluşumuza dair bazı sorulara yanıtlar veriyorlar veya verilen yanıtları derinleştiriyorlar. Öte yandan hem dünyaya, hem kendimize, hem yaşantımıza olan bakış açımızı etkileyecek derecede olabiliyor. Bu saydıklarım zaten bilim haberciliği faaliyetlerinde hemen haber olabilen, gündem yaratabilen konular. Uzaydaki keşifler ya da sağlık alanındaki gelişmeleri buna örnek verebiliriz. Zaten kamuoyunu ilgilendirmeyen gelişmeler sadece bilimsel yayın olarak yer alıyor ve alanındaki bilim insanlarını ilgilendiriyor. İşte kamuoyunun dikkatini çekebilecek olanlar, bu alanda haber yapan kişilerce kamuoyuna servis ediliyor. Bilim haberciliği dediğimiz faaliyet tam olarak bu.

– Bilim haberciliğine sizi yönlendiren faktörler neler oldu?

– Bunu çocukluktan beri bir heves olarak açıklayabilirim. Çocukken hem gazeteciliğe hevesliydim, hem de bilim insanı olmak istiyordum. Bu ikisinin birleşimi benim için. Nitekim ben 15 yaşındayken, Eskişehir’in yerel gazetesi olan İstikbal Gazetesi’nde bir bilim köşesi hazırlamıştım. O da çok tesadüf olmuştu. Kapıdan girip ben bilim hakkında haberler yazmak istiyorum dedim, onlar da “iyi tamam sen yaz getir, beğenirsek boşluk bulup yayınlarız” dediler. Böylece ben bilimsel haberler ve bilgiler toparlamaya başladım ve haber haline getirdim. Onlar da yayınlamaya başladı. Ezelden beridir yapmak istediğim bir şeydi ve 15 yaşında da bunu yaparak başlamış oldum. Beni buna yönlendiren elbette ki bilimsel merak. Futbol ile ilgili olsaydım, o konuda haber yazmak isterdim ama istemedim. Çünkü benim merakım bilime yönelikti. Çocukken hem bilim kitapları okurdum hem bilim tekniği takip ederdim. Bilim merakımı gazetecilik merakımla birleştirdim. Şu an düşünüyorum da gerçekten 15 yaşında ne yapmak istediysem ve yaptıysam, şu anda da aynısını yapıyorum.

– Türkiye’de bilim haberciliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-İşte burada bilimsel okuryazarlık denen kavrama değinmemiz gerekiyor. Öncelikle okuryazarlık, İngilizcesi ile “literacy” kavramından bahsetmek lazım. Okuryazarlık, özellikle teknik bilgi içeren alanlarda üretilmiş olan metin ve bilgileri, okuyarak doğru analiz edebilmek ve yorumlayabilmektir. Birincisi bunu insanın kendisi için anlaması, ikincisi de bir başkasına aktarabilmesi için doğru eleştirel süzgeçlerden geçirebilmesidir. Bilimsel okuryazarlık sadece bilim haberciliği ile ilişkili bir kavram değil zaten. Bugün dünyanın her yerinde bilim okuryazarlığını arttırmaya çok önem veriliyor. Bunun sebebi de, yarın bir gün bu kimseler hem kendi hayatlarındaki kararları hem de eğer bir şekilde politikacı ya da idareci olurlarsa başkalarının hayatını etkileyecek olan kararları doğru ve bilimsel gerçeklere uygun şekilde verebilmeleri lazım. Bunu yapabilmeleri için de bilimsel gelişmelere ait metinleri doğru analiz edebiliyor olmaları lazım. Türkiye’de bilim haberciliğini icra eden yaygın medyadaki kesimlerde bilimsel okuryazarlığın çok eksik olduğu aşikâr.

-Sosyal medya ile birlikte bir değişim oldu mu?

-Ülkemizde üretilen bilim haberleri bundan 5-10 yıl önce fecaat boyutundaydı. Sosyal medyanın etkisi ile bilimsel okuryazarlığı bulunan kişiler tarafından bu haberlerdeki eksikliklerin ya da yanlışlıkların fark edilip, kimi zaman haberi hazırlayan kişileri rencide edici bir şekilde ortaya çıkarmaları ile bu alanda yayın yapanlar biraz daha dikkatli olmaya başladılar. Ama hala bunun iyi düzeyde olduğunu söylemek zor. Türkiye’deki birçok yayın organının internet sitelerine baktığımız zaman “Bilim” diye bir kategorilerinin olmadığı görülüyor. Olanların bir kısmı bunu sadece sağlık ve teknoloji haberleri olarak algılıyor ve birçok hatalı haber üretiyor. Bazısı ise hakkı ile yapmaya çalışıyor ve başarıyor ama bu çok küçük bir kısmı.

-Bilim haberciliği denilince akla ilk olarak doğa bilimleri geliyor. Sosyal bilimler bilim haberciliği kapsamının neresinde?

– Aslında bu normal. Zygmund Bauman’dan alıntı yaparak açıklayabilirim. Der ki “Doğa bilimlerinde bilgi üretmek için kullanılan araç ve gereçler özeldir”. Teleskop, mikroskop vb. gerekir veya bunları ortaya çıkarabilmek için iyi matematik bilmek gerekir. Fakat sosyal bilimlerin ele aldığı alanlar, günlük hayatta sokaktaki insanların da gözlemleyebileceği alanlardır. Doğa bilimleri ile sosyal bilimleri ayıran en önemli faktörlerden biri, birinde bilgiyi üretmek için özel araç gerek ve yeteneklere ihtiyaç varken, diğeri çoğu zaman gündelik hayatın gözlemine dayanır. Biraz daha analitik bir gözleme ihtiyaç vardır. Bu sebeple biz bilim haberciliği dediğimizde daha çok, bir yerlerde birilerinin yaptığı fakat herkesin erişiminin olmadığı ya da kabiliyetinin olmadığı bilginin yorumlanarak kamuoyuna aktarılmasından bahsediyoruz. Sosyal bilimler ile ilgili haberlere genelde bilim haberciliği başlığı altında değil toplumsal ya da siyasi haberlerde rastlarız. Bilim mecralarında sosyal bilimlere yer yok mu? Tabi ki var. Örneğin; mali gelir ile bir insanın ortalama yaşam ömrü arasında bir ilişki varsa, bu ilişkiyi ortaya koyan çalışma elbette ki bilim haberidir. Bunların da doğru süzgeçlerden geçirilip, doğru şekilde halka aktarılabilmesi için bilim haberciliği kapsamında değerlendirmek lazım.

-Biraz da “Astrolojinin Bilimle İmtihanı” kitabınızdan bahsedelim istiyorum. Astroloji safsatadır dediniz ve birçok eleştirinin de hedefi oldunuz.

-Aslında doğru şekilde nitelemek gerekirse astrolojinin argümanlarının çoğu safsatadır diyebiliriz. Bir alanın tek başına safsata olma özelliği yoktur. Safsata, hatalı mantıksal çıkarım demektir. Dolayısıyla bir argüman, bir önerme ancak safsata olabilir. Öte yandan astroloji safsatalar üzerine kurulu bir sözde bilim alanıdır. Çok ilginçtir, sanki ilk defa astroloji böyledir diyen benmişim gibi davranıldı. 1930’larda ilk Karl Popper astrolojiyi sözde bilim olarak adlandırmıştır. Daha da geriye gidersek İbni Haldun ve Mirandola’yı sayabiliriz. Modern bilimin doğuşundan çok önce astrolojiye batıl diyen düşünürler zaten vardı. Aydınlanma çağı sonrasında, pozitivizm, empirizm ve rasyonalizmin ortaya çıkması, ardından bilim felsefesinin gelişmesi ve modern bilimin ilkelerinin belirginleşmesiyle beraber, astroloji dediğimiz şey tamamen doğaüstü bir şey olarak kenara itildi. Bilim gibi görünen ancak bilimin yöntemlerini kullanmaktan uzak, bir bilim dalının özelliklerini barındırmayan disiplinleri nitelendirmek için kullandığımız sözdebilim kavramının içeriği 1930’larda iyice oturdu. Bilim dünyası zaten astroloji ile olan hesabını çoktan kapattı yani. Ben baktım Türkiye’de son derece popüler olan astrolojinin bu yönüyle ilgili kapsamlı bir çalışma yok. Kimse de ilgilenmiyor. Açıkçası ilgilenilmesi gereken bir şey mi ondan da şüpheliydim. Kitabı sadece kişisel birikimlerimi aktarmak için yazdım. Bilim insanlarının bunun böyle olduğunu söylemeye ihtiyacı yok zaten.

-Gelen eleştiriler neler oldu? Örnek verebilir misiniz?

-Bilhassa tabi ki astrologlar tarafından eleştirildim. Bunu normal karşılıyorum. Kimisi 20 yıldır astrologluk yapmış, hayatını bundan kazanmış ve kimliğini bunun üzerine kurmuş. Ben bir kitap yazdım diye hemen astroloji yalandır demeyecekler, elbette beni karalayacak ve eleştirecekler.  Bana en çok dokunan ise kitabı para kazanmak için yazdığımın söylenmesiydi. Para kazanmak isteyen kişi astroloji kitabı yazar, gidip de astrolojiyi yalanlayan bir kitap yazmaz. En çok gelen eleştiri şu oldu “Astroloji bilmeden astroloji yazıyorsun. Şu telefonu attım yere düşmedi gibi bir şey söylesem bunun yalan olduğunu söylemek için fizikçi olmanız gerekmiyor. Bilim felsefesi bilen biri olarak astrolojinin bir bilim olmadığını, hatta insanların neye inanmak istiyorsa ona inanmakta özgür olduğunu ancak astroloji bir bilimmiş gibi ortaya koymanın halkı yanıltmak olduğunu anlatmaya çalıştım.

-Daha iyi irdeleyebilmek için astrolojinin doğuşundan da kısaca bahsetmenizi isterim. Astroloji nasıl ortaya çıktı?

-Hepimizin zihninde bir kusur olarak büyü düşüncesine yol açan bazı yerleşik düşünme biçimleri vardır. Büyü düşüncesinin temelinde ise iki ilke vardır “Benzerlik” ve “Bulaşma”. Bunları birçok batıl inancın kökeninde görürsünüz. Mesela, annenizin fotoğrafının olduğu bir dart tahtasına ok atmak ister misiniz? Birçok insan istemez. Hepimiz içsel olarak, aradaki benzerlikten ötürü, sanki büyüsel bir bağ varmış gibi hissederiz. İşte bu büyü düşüncesindeki benzerlik ilkesiyle ilgilidir. Astroloji de büyük ölçüde benzerlik ilkesine bağlı insan inanışının bir ürünüdür. Akrep takımyıldızı akrebe benzer. O zaman güneş akrepte iken doğan insanlar akrep gibi kinci olur. Bunlar büyü düşüncesi ile ortaya çıkmış inanışlar. Hayvanların öğrenme biçimi olan örüntü tanımı ve ilişki kurma insanda da içsel var olan bir mekanizma. Eğer, evdeki bir pencereyi açınca kapı çarpıyorsa, bir süre sonra o pencereyi açmanın kapının çarpmasına neden olduğunu anlarsınız. Buna örüntü deriz. Geçmişe gidersek, insanoğlu gökyüzünü gözlemlerken güneşin pozisyonunun yeryüzündeki olaylarla ilişkili olduğunu kavradı. Şimdi biz tabi ki güneş sistemini, gezegenleri ve mevsimlerin neden oluştuğunu biliyoruz. Ancak bundan binlerce yıl önce insanlar için bunlar birer muammaydı. İnsanlar şunu fark ettiler “Güneş, Kasım’da akrep takımyıldızında iken sonbahar geliyor, yapraklar dökülmeye başlıyor”. İnsan, nasıl tıpkı evde cam açınca kapı çarpıyor gibi bir ilişki kurduysa, hatalı bir biçimde Tanrı’nın gökyüzündeki bu takımyıldızları dediğimiz evleri (astrologlar öyle der) ziyareti sebebi ile Dünya’da gelişmeler oluyor diyerek, hatalı bir ilişki kurdular.

-Gökyüzünü anlamayabilmek önemliydi diyebilir miyiz?

-Bunu yapabilmek önemliydi, sonuçta tohumu ne zaman ekeceğini hesaplamak, göçmen kuşların geçişini ertesi yıl için doğru tahmin edebilmek için gökyüzündeki Tanrı’nın mesajlarını okuyabilmek önemliydi. Ancak atalarımız bu çıkarım yapma meselesinde hızlarını alamadılar. Merkür geri gittiğinde kral öldüyse eğer, aynısı olduğunda kral ölür gibi bir sonuca ulaştılar. Eğer Jüpiter ile Satürn birbirine yaklaştığında tesadüfen salgın hastalık olduysa, bunların arasında bir ilişki olduğu düşünüldü. Çünkü, Güneş’in yanı sıra gözle görülen 5 gezegenin de Tanrı olduğuna inandılar. Bu Babillerde oldu. Gözlemlerini de tabletlere yazarak aktardılar. Bu bilgilerden de astroloji ortaya çıktı. Tabi, Babillerle sınırlamamak lazım. Gökyüzüne merak salmış tüm toplumlar, birbirinden bağımsız olarak astrolojiye benzeyen bir kehanet sistemi geliştirmişlerdir.

-Bilim adamı olup da astroloji ile ilgilenenler var mı?

-Yok, öyle bir insana bilim insanı diyemeyiz zaten. Varsa da o kişi bilim insanı değildir.

-Peki, öyleyse astrolojiye yönelik neden insanlarda hala güçlü bir bağ var?

-Sadece astrolojiye yönelik yok kahve falına da var. Astrolojide gezegenler, yıldızlar vs olduğu için bilimsel bir zemini varmış gibi görünüyor olabilir ancak bu da bir fal sistemidir. İnsanlar fala ilgi duyarlar çünkü eğlencelidir. Astroloji de aynı eğlenceyi sunar. Astroloji, hayatta belirsiz olan ve bu yüzden heyecan veren alanlara hitap ediyor.  Aşk, kariyer, kısmet… Kehanetlerde fal ne ile ilgileniyorsa astroloji de o alanla ilgileniyor. Hiçbir astroloji falında Giresun’un köyündeki bir teyzenin hayatına dair bir yazı okumazsınız zaten. Plaza insanları veya ev hanımları için üretilmiştir. Bu yüzden de onlar tarafından tüketilmektedir. Ben hayatını astrolojiye bağlı yaşayan insanların zaten çok azınlıkta olduğuna inanıyorum. İnsanlar biraz daha eğlenceli tüketim ürünü olarak görüyorlar.