AJANS ÜNİVERSİTE – Efe ALTAY, Hande HEPŞEN
İstanbul Üniversitesi Kongre Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Travmanın Etkilerinden Kurtulmak Mümkün Müdür?” konulu oturumu Prof. Dr. Doğan Şahin yönetti.
Travmaya Verilen Yanıt Öznel
Oturumun ilk konuşmacısı Ebru Toksoy “Roman Polanski’nin ‘Piyanist’ filminde Adrian Brody neden travmatize olmuyor?” başlığını inceledi. Toksoy, 2. Dünya Savaşı esnasında Polonya’yı konu alan 2002 yapımı Piyanist filminin Wladyslaw Szpilman’ın hayatı üzerinden işlendiğini belirterek konuşmasına başladı. Szpilman’ın müziğe olan derin tutkusu, gittikçe şiddetlenen ayrımcılığı karşılama şekli, gettoya ailesiyle sürülüşü ve orada verdiği yaşam mücadelesi, oradan kurtulup silahlı çatışmaya girerek değil saklanarak yaşamayı tercih etmesi gibi filmle ilgili küçük bir hatırlatma yapan Toksoy, başrolün tüm bunlardan travmatize olmadan kurtuluşunda ona yaşama sevgisi ve müzik tutkusunun yardımcı olduğunu söyledi. Ebru Toksoy filmden bazı sahneleri vererek Wladyslaw Szpilman’ın psikolojik tepkilerini de film üzerinden gösterdi. Filmin ilk sahnesinde radyo binasına bomba yağmasına rağmen müziğine ara vermeyen başrolün müziğe olan derin sevgisini, trenlere götürülürken kardeşiyle yaptığı konuşmasında da karakterinin iyimser, olumlu yönünün verildiğine dikkat çekti. Ebru Toksoy, travmaya verilen yanıtın öznel olduğunu ve Szpilman’ın öznel yanıtının umudunu kaybetmeden yaşama tutunuş olduğunu söyleyerek konuşmasına son verdi.
Julia’nın 5 Kişiliği Vardı
Oturumun ikinci konuşması olan Dr. Cumhur Boratav, Travmadan kaçış konusu hakkında sunumunu gerçekleştirdi. Sunumu sırasında önceden beraber olduğu ve çoğul kişilik bozukluğu olan bir kadını paylaşan “Çoğul kişilik bozukluğundan bahsediyorsak bu yapısal kimlikteki bir çoğunluktur..Beraber olduğum, sevdiğim bir kadın vardı. İsmine şu an için Julia diyelim. Julia’nın 5 farklı karakteri vardı; birincisi beni ilah yerine koyan, ikincisi küstah, küfürbaz ve sadist, üçüncüsü; sosyal toplantılarda ortaya çıkan flörtöz bir kişilik, dördüncüsü; iç çamaşırlarını bile cinsel bir obje olarak gören ve onlara dokunmaktan tiksinen biri, beşincisi ise tam bir teşhirci, konuşulan her şeyi cinselleştiren birisiydi” dedi. İlişkileri sırasında Julia’yı hep bir film izler gibi izlediğini söyleyen Dr. Boratav, Julia’nın diğer Julia’larla karşılaşmamak için elinden geleni yaptığını söyledi ve çoğul kişilik özelliklerinin beyindeki yapılaşmasından bahsederek konuşmasına son verdi.
Dadının Travması
Oturumda Mihriban Keleş’in yaptığı üçüncü konuşma ise 1965 yapımı ” The Nanny” filmi üzerineydi. Filmde anne kaybı, çocuk kaybı ve ruhsal travmanın bir arada verildiğini söyleyen Keleş, gerilimin evin küçük oğlu Joey ile dadı arasında geçtiğini belirtti. Dadı travmayı bastıran ve unutmaya çalışan iken, Joey’nin travmayı hatırlatmaya onu su yüzüne çıkarmaya çalışan taraf olduğunu söyledi. Keleş, filmin tamamı boyunca dadının alter kişiliğinin görüldüğüne dikkat çekti. Bir gün gayrimeşru kızının ölüm haberini alan dadı bu ölüm üzerine travma yaşıyor. Bu haber üzerine çalıştığı eve geri dönen dadı, yanlışlıkla yaptığı bir hata yüzünden evin küçük kızı Susy’nin ölüme sebep oluyor. Keleş, dadının bu travmalara öznel tepki olarak travmayı inkar ettiği gibi suçunu da inkar ettiğini ve suçu da Joey işlemiş gibi gösterdiğini anlattı. Evin küçük oğlu Joey’nin tıpkı bir psikiyatrist gibi dadıya travmayı hatırlatmaya çalıştığını ve hatta annesine de travmayı yenmesinde yardım ettiğini belirtti. Filmin en son sahnesinde ise dadı Joey sayesinde travmayı hatırlıyor ve böylece Joey, hem dadıyı hem de kendisini kurtarıyor diyerek sunumunu bitirdi.
Persona Bir Maskedir
Bellek, travma, sağaltım ve sinema konusuyla oturumun dördüncü konuşmacısı Prof. Dr. Tamer Aker oldu. Sybil kitabında Sybil isimli öğretmenin çoğul kimlik bozukluğu olduğuna değinen Aker, kitaptaki kimi karakterlerin ruhsal çözümlemesini yaptı. Sybil’in babasının mükemmelliyetçi annesinin de şizofreni hastası olduğunu belirten Prof. Dr. Tamer Aker bunların ardından ” Sybil Etkisi”nden söz etti. Bu kitabın çıkışından sonra ruh bilimlerine 200 yeni olgu ve kadın etkisi girdiğini ve çoğul kimlik bozukluğunun 1980 yılında tanı sistemine girdiğinden söz etti. Konuşmasında Jung’un “Persona bir çeşit maskedir” sözünü hatırlatarak bu maskeye örnek olarak Batman maskesiyle Bruce Wayne’i ve son zamanların başarılı filmlerinden Birdman’i verdi. Bellek, zaman tüneline benzetilir diyen Aker, bu tünelin bir mağara olarak düşünülebileceğini ve bu mağara ilişkisine de Khazad – Dum dumanlı dağlarında Gandalf’ın bir Balrog’la karşılaşmasını ve Gri Gandalf’ın korkularıyla yüzleşip travmalarıyla barışarak Beyaz Gandalf’a dönüşmesini örnek verebileceğimizi söyleyerek sözlerine son verdi.
Travmada İnsan Edilgendir
Oturumun son konuşmacısı olan Prof. Dr. Doğan Şahin “Nesne ilişkileri açısından insanı travmayla baş edebilme yolları: Yaşamak Güzeldir ve Pi’nin Yaşamı” konulu sunumunu gerçekleştirdi.
Travmanın insanı niye etkilediği konusuna giriş yapan Prof. Dr. Şahin, “Travma sırasında insan çok yoğun uyarı alır. Oldukça zayıf hissederiz ve önceden görebileceğimiz bir olay değildir. Önceden önlem alamayız. Ne kadar umulmadıksa o kadar ağır sonuçlar yaratılır. Ölüm ve sakatlık tehdidi oluşturur. Kişiyi etkisiz hissettirir ve psikanaliz sözlüğünde edilgenlikle ifade edilir” dedi.
Dünyanın nasıl bir yer olduğunu birçok algıladığımız nesneyi sentezleyip anlamlamaya çalıştığımızı söyleyen Prof. Dr. Şahin, “Bir şekilde dünyanın kötü bir yer olmadığını söylemeye çalışıyoruz kendimize, içimizde bir denge kuruyoruz. Travmalar dünyayı algılamamızı bozuyor. Hem kendi kimliğimizi oluşturma aşamasında hem de travmadan sonra tamir sürecinde çeşitli yalanlar girmek zorunda kalıyor benliğimize. Her zaman hakikat üzerine oluşturamıyoruz bu yüzden. Ne kadar vahşi yaratıklar olsak da kendimizi medeni insanlar olarak algılamak istiyoruz ve böyle davranmaya çalışıyoruz” dedi. Yarattığımız dünyanın sahte bir tarafı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Şahin, “Travma sahte olan tarafı yırtıyor. Aslı korkak olduğumuzu, bencil olduğumuzu fark ettiriyor bize. Travmadan kurtulmaya çalışırken dünyayı tekrar iyi bir yer olarak algılamaya çalışıyoruz. Buna yönelik oyunlar oynuyoruz, bazen de sanat bize bunu yapılmış olarak veriyor. Filmler de bizi tedavi eden şeyler” diyerek sanatın önemine vurgu yaptı.