Burcu Güler
Fotoğraf-Esra MUTLU
İÜ İletişim Fakültesi mezunu Kürşat Kızbaz ile son filmi “Yunus Emre: Aşkın Sesi” ve sinema kariyerini konuştuk
Son çektiği kurmaca filmi “Yunus Emre: Aşkın Sesi” ile dikkatleri üzerine çeken Yönetmen Kürşat Kızbaz, daha çok belgesel filmleri ile tanınıyor. Kızbaz, İÜ İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü’nden 2004 yılında mezun oldu. Belgesel filmi “Rumi Ahlaf” ile kazandığı bursla Amerika’da yüksek lisans eğitimi yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra İÜ İletişim Fakültesi Genel Gazetecilik Ana Bilim Dalı’nda ikinci yüksek lisansını tamamladı. İÜ İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde doktorasını bitirmek üzere olan Kızbaz, yönetmen olarak uluslararası projeler üretmeye devam ediyor. Rumi Ahlaf (2003), Çanakkale 1915 (2005), Mevlana: Aşkın Dansı (2008), Yunus Emre: Aşkın Sesi (2014) filmlerini çeken, çok sayıda reklam, tanıtım filmi ve klip yöneten Kızbaz, sinema kariyerini, hayallerini, gelecek projelerini İletim’e anlattı.
Yönetmen olmaya nasıl karar verdiniz?
Daha üniversiteyi kazanmadan önce içimde yönetmen olma isteği vardı. İÜ İletişim Fakültesi’ni kazandıktan sonra gördüğüm dersler, hocalarla olan iletişimim ve aldığım eğitim, yönetmen olma yönündeki isteğimi arttırdı. Okul sıralarında yaptığım ilk belgesel filmden sonra bu mesleği hayatımın sonuna kadar yapmayı arzuladığımı hissettim. O yolda ilerlemeye devam ediyorum.
“Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dansı” ilk uzun metrajlı filminizdi. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin yaşamı ve felsefesi üzerine yaptığınız bu filmi, daha önce çektiğiniz “Rumi Ahlaf” belgeselinin devamı olarak düşünebilir miyiz?
“Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dansı” büyük bir projeydi; ama kariyerimdeki ilk filmim olan “Rumi Ahlaf” bunun ilk adımlarıydı diyebiliriz. “Rumi Ahlaf”, 30 dakikalık, bir dervişin hikâyesini anlatan artistik belgeseldi. Doğaçlama bir çalışmaydı. “Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dans”ı ise 2002’den 2008’e kadar geçen 6 yıllık süreçteedindiğim bütün bilgi birikimimi değerlendirdiğim bir proje oldu. Sinan Tuzcu, Selçuk Yöntem, Müşfik Kenter, Burak Sergen gibi çok değerli bir kadro ile gerçekleştirilen, Mevlana’nın hayatını anlatan, bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışmaydı.
Genel olarak tiyatro kökenli usta oyuncular yer alıyor. Bu kadroları nasıl oluşturdunuz?
Hepsi çok değerli insanlar ve bu oyuncuları bir araya getirmek gerçekten çok anlamlıydı. Ama böyleoyuncu kadrolarının ortaya çıkması, biraz da projenin yaklaşımı ile alakalı bir durum. Oyuncunun önüne yüz tane Yunus Emre senaryosu gelebilir ama o sadece bir tanesini seçer. Ya da birçok proje gelir fakat oyuncu Yunus Emre projesini seçmeyi tercih eder. Bülent Emin Yarar, Ahmet Mekin, Devrim Evin, Altan Erkekli, Altan Gördüm, Suna Selen hepsi çok değerli oyuncular. Belki de projenin içindeki karakterler, projenin anlatmak istediği sevgi felsefesi hepimizi bir araya getirdi.
Belgesel sinemamız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de belgesel sinema adına ciddi bir eksikliğimiz var. Özellikle üretim eksikliğimiz söz konusudur. Bu durumun bence en büyük nedeni belgesel sinemanın ticari olarak görülmemesidir. Doktora tezimde, Türkiye’de belgesel filmlerin ticari olarak vizyona girmesini ele alıyorum. Yıl içerisinde, ortalama bir belgesel film bile gösterime girmiyor. Bu durum, sektörün bu anlamda çok geride kaldığının başlı başına bir kanıtı zaten. Ülke olarak belgesel filmleri sadece öğrencilere verilen projeler olarak görmememiz gerekir. Her çeşit belgesel film yapılabilmeli. Buna yönetmen ve yapımcıların da destek olması lazım.
Gelecek projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Hep arka arkaya projelerim oluyor. Hâlihazırda hiç durmadan belgesel filmler üretiyorum. Türkiye’nin kültür değerlerini anlatan Türk kahvesi, Türk Kebabı, Anadolu Cam Sanatı, Kız Kulesi gibi Türkiye’nin kendini dünyaya tanıtması ve anlatması gereken özel belgeseller yapıyoruz. Bu belgeseller THY’de gösteriliyor. Bunlar devam ederken bir yandan da ulusal projelerimiz var. Bir sinema filmi daha tasarım aşamasında. Biz proje insanıyız. O yüzden elimizin altında hep bir şeyler olmalı yoksa hayat geçmiyor.
“Yunus Emre Anadolu’dan Dünyaya Ulaşan Bir Derviş”
Ben hayatta birçok şeyin nedeni olduğuna inanırım. Sebep-sonuç ilişkileri üzerine yaşarız. Bu durum sanatta da böyledir. Bir proje üzerinde çalışırken size başka projelerin kapıları açabiliyor. Kariyerimdeki her projenin sonraki proje ile bir bağlantısı olmuştur. “Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dansı” filmi üzerinde çalışırken Yunus Emre’yi okumuştum. Mevlana filmi dünyayı dolaşırken yine Anadolu’dan evrensele ulaşmış, çağları aşmış; yine sevgi, barış ve hümanizmi anlatan çok değerli bir insan olan Yunus Emre’nin hikâyesini anlatmak istedim.
Filmi, 12 ayda, Kayseri, Bursa, Bolu, Konya, Aksaray, İstanbul, Ankara gibi 13 şehirde çektik. Yunus’un ilahi aşk yolculuğunu anlatan coğrafi durakları da göstermek istediğimiz için birden fazla mekânda, farklı mevsimlerde çekimler yaptık. Yunus’un doğayla olan iletişimini ve yaşadığı güçlükleri, zorlukları anlatmaya çalıştık.