AJANS ÜNİVERSİTE- Burcu GÜLER
Fotoğraf – Başar UZUN-Ozan ÖZEN
İstanbul’un en büyük camilerinden olan Süleymaniye Camii, konumu ve Osmanlı mimarisine getirdiği yenilikler dolayısıyla her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. İstanbul Üniversitesi Beyazıt Yerleşkesi’nin yanı başında yer alan bu görkemli yapı, Süleymaniye Külliyesi’nin bir parçası.
Osmanlı İmparatorluğu’nun onuncu padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman’ın (1494-1556) çıktığı seferlere katılan ve seferlerde inşa ettiği köprülerle takdir toplayan Mimar Sinan (1489-1588), 1539’da devletin Mimarbaşı Acem Ali’nin ölmesi üzerine kendisine sunulan mimarbaşılık teklifini kabul ederek Kanuni’nin baş mimarı oldu. İnşa ettiği Şehzade Camii’nde sergilediği sanatından çok etkilenen Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan’dan, kendi adına yakışır bir cami yapmasını istedi. Mimar Sinan, kalfalık döneminin eseri olarak gördüğü Süleymaniye Camisi’nin yapılacağı yer hakkında araştırmalar yaptıktan sonra Haliç, Marmara ve Boğaz’a bakan Beyazıt Tepesi’ni seçti. 13 Haziran 1550 yılında Süleymaniye Külliyesi’nin, 16 Haziran 1550’de ise Süleymaniye Camii’nin başlayan inşaatı, 1557 yılında tamamlandı.
Mimar Sinan tarafından inşa edilen, merkezini caminin oluşturduğu Süleymaniye Külliyesi’nde dört medrese (Rabi, Salis, Evvel, Sani), darültıp (tıp medresesi), darüzziyafe (imaret), Kur’an eğitimi yapılan okul, darülhadis (hadis okulu), aşevi, bimarhane (hastane), misafirhane, hamam ve sıra dükkânları bulunuyor.
Süleymaniye Külliyesi’nin merkezinde yer alan Süleymaniye Camii, art arda iki kareden meydana gelen bir dikdörtgen üzerine kurulu. Etrafında yer alan kapılardan caminin bahçesine, muvakkithane girişinden ise caminin avlusuna giriliyor. Revaklarla çevrili avlunun ortasında şadırvan yer alıyor. Avluya ayrıca sağ ve sol bölümlerinde bulunan kapılardan da giriş yapılabiliyor.
Belli bir yere kadar gezebileceğiniz caminin içinde mihrap duvarında bulunan pencerelerdeki vitraylar dikkat çekici. Vitraylar, Sarhoş İbrahim Usta tarafından yapılmış. Birkaçı hariç, camide mihrap çevresinde, kubbe ve kubbe kemerlerinde bulunan yazıların tümünün metni, Kuran-ı Kerim’den alınmış. Bu yazılar Hattat Ahmet Karahisari ve manevi evladı Hasan Çelebi tarafından yazılmış.
Süleymaniye Camii, Ayasofya Camii’nden sonra en büyük kubbeye sahip. Dört ağır paye üzerine oturtulan merkezi kubbenin etrafında, onu kıble ve giriş yönünden kuşaklayan iki yarımşar kubbe, yan kısımlarda ise on kubbe bulunuyor. Cami avlusunun dört köşesinde birer minare yer alıyor. Camideki dört minare Kanuni’nin Fatih’ten sonra İstanbul’da dördüncü padişah, on şerefe ise Osmanlı padişahlarının onuncusu olduğunu ifade ediyor.
Süleymaniye Cami’nin kıblesinde yer alan hazirede Kanuni Sultan Süleyman’ın kendi adına inşa ettirdiği türbe, eşi Haseki Hürrem Sultan adına yapılan türbe ve mezarlar bulunuyor. Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nde ilk zamanlarda sadece Kanuni defnedilmişken, daha sonra kızı Mihrimah Sultan’ın, Sultan 2. Süleyman’ın, Sultan 3. Ahmed’in definleri de burada yapılmış. Haseki Hürrem Sultan’ın türbesinde ise Sultan 2. Selim’in şehzadelerinden Mehmed’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın yeğenlerinden Hanım Sultan’ın kabirleri de yer alıyor. Cami’nin hemen dışında, Mimar Sinan Caddesi ve Fetva Yokuşu Sokağı’nın kesiştiği yerde, kendi türbesini hazire dışında tutan Mimar Sinan’ın türbesi bulunuyor.
Süleymaniye Camii ile ilgili birçok efsane de söz konusu. Ayasofya’dan sonra hakkında en çok efsane oluşan yapının Süleymaniye Camii olduğunu söyleyen İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Halk Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ferhat Aslan, efsanelerin, halk gözünde önemli ve sevilen kişilerin bıraktıkları intibadan sonra oluştuğunu söyledi. Yrd. Doç. Dr. Aslan, Süleymaniye Camii’nin İstanbul’da yapılan en büyük cami olması nedeniyle diğerlerinden ayrıldığını ve halkın bu eser etrafından efsaneler oluşturmuş olabileceğini belirtti. Rüya Efsanesi, Akçe Efsanesi, Eğri Minare Efsanesi ve Cevherli Minare, oluşan efsanelerden birkaçı sadece. Oluşan efsanelerin, dinî metin ya da tarih olmadıklarını belirten Yrd. Doç. Dr. Aslan,“ Efsanelerin yanlışlığı ya da doğruluğu sorgulanamaz. Halk efsanelere inanır. Önemli olan efsanelerde kullanılan sembolik dildir. Efsanelerin, içerdikleri mesajlara göre incelenmeleri gerekir” dedi.

Süleymaniye Külliyesi’nin kurulduğu alanın öneminden bahseden İÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tarkan Okçuoğlu, “Süleymaniye Külliyesi’nin kurulduğu alanın, İstanbul’un silüetinde çok önemli bir yeri var. Haliç’ten ve Marmara’dan görünmesi engellenmesin diye Haliç’e bakan tarafındaki medreseleri simetrik dizmemişler. Minarelerin konumu ilginçtir. Burada piramidal bir akış söz konusudur. Görsel bir perspektif oluşturulmuş.” dedi. Osmanlı’nın 16. yy ortasında siyasi ve coğrafi olarak en güçlü olduğu zamanı taçlandıran mimari üretimin Süleymaniye Camii olduğunu belirten Doç. Dr. Okçuoğlu, caminin Kanuni Sultan Süleyman’ın dünya üzerindeki iktidar gücünü simgelediğini söyledi. Doç. Dr. Okçuoğlu, “Eserin mimari değerinin yanında tarihî değeri de vardır. İstanbul’u fethetmek sadece kılıçla olacak bir şey değildi, kültürel fetih de gerekliydi. Bizans’ın ürettiği bir kültürün -ki burada kastettiğim Ayasofya’dır- üzerine yeni bir şey ortaya koymak, bununla rekabet etmek kültürel fetihtir. Benim için Süleymaniye’nin en önemli tarafı budur. Burada bir kültürel fetihten bahsetmek gerekir” diyerek caminin etrafındaki külliyede yer alanlara bugün bakıldığında, bunların büyük bir sosyal tesis olarak görülmesi gerektiğinin altını çizdi.

Süleymaniye Camii’nin Eğri Minaresi
Rivayete göre cami yapılırken birkaç çocuk minareye bakar ve içlerinden birisi: “Yahu görüyor musunuz, minare eğri!” der. O sırada oradan geçen Mimar Sinan bu sözleri duyar ve çocuğun yanına yaklaşarak: “Hakkın var, minare biraz eğri. Hemen bir urgan bulup minareyi doğrultalım” der. Urganı minareye bağlatır ve güya düzeltiyormuş gibi işçilere çektirir. Sonra çocuğa dönerek: “Düzeldi mi evlat?” diye sorar. Çocuk da: “Tamam Efendim, şimdi düzeldi.” der. Olayı hayretle izleyen ve niçin böyle yaptığını soran kalfalara Sinan: “Eğer böyle yapmasaydım, minarenin eğri olduğu inancı çocuğun bilincine yerleşecek ve belki de bu çocuk ileride birçok kimseyi minarenin eğri olduğuna inandıracaktı” cevabını verir.