AJANS ÜNİVERSİTE-Elif KARAKOÇ-Kasım BALTACI
Bu yıl itibarıyla namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetlerin anayasal suç kapsamına girdiği Doğu Türkistan’da, eğitim ve seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, nüfus dengesini Çin lehine çevirme ve doğum kontrolünü sağlama gibi uygulamalar gerçekleştiriliyor. Uygur Türklerinin yıllar içinde özgürlükleri için ettikleri mücadeleler ise Çin tarafından yapılan katliamlarla kanlı bir şekilde önleniyor.
Türk-İslam kültürüne önemli katkılarda bulunan Doğu Türkistan bölgesi, bugüne dek birçok devlete ve medeniyete ev sahipliği yaptı. Doğu Türkistan’da 1800’lü yıllarda yaşanan Çin işgalinin ardından bölgenin adı Xinjiang (Sincan); yani “Yeni Toprak/Kazanılmış Topraklar” şeklinde değiştirildi. Komünist Parti’nin ülkede 1949 yılında iktidar olmasıyla birlikte kaderi tamamen Çin’e bırakılan Doğu Türkistan’da, Uygur Türkleri, insanlık dışı uygulamalar nedeniyle vatanlarını terk etmek zorunda kaldı.
İnsanlık Dışı Uygulamalar, 160 Yıldır Devam Ediyor
İÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdür Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Ömer Kul, Doğu Türkistan’daki baskıyı anlamak için, bölgenin Çin nezdindeki öneminin bilinmesi gerektiğini söyledi. Yrd. Doç. Dr. Kul, “Çin’in “Batıya açılan kapı” olarak değerlendirdiği Doğu Türkistan, tarihi İpek Yolu’nun çıkış noktasında; zengin kaynakları, ekonomik ve stratejik konumu ile önem taşıyan bir bölge” dedi. Bu nedenle de Çin’in “kadim Çin yurdu” olarak gördüğü bu bölgeyi, Uygur Türklerinden arındırarak Çinlileştirmek adına politikalar uyguladığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kul, yaklaşık 160 yıldır Doğu Türkistan coğrafyasında, Uygur Türklerini, dinlerinden, dillerinden ve milliyetlerinden vazgeçirmeye yönelik asimile edici politikalar sonucu milyonlarca insanın yaşamını yitirdiğini hatırlattı.
Kimsesiz Kız Çocukları, Başka Bölgelere Gönderiliyor
Çinli nüfusun Doğu Türkistan’a çok hızlı bir şekilde yerleştirilmesi sonucunda, yerli halkın asimilasyonu hızlandırılmaya çalışılıyor. Yrd. Doç. Dr. Kul, bu uygulamanın bir parçası olarak, Doğu Türkistan’daki Çin nüfusunu artıran Komünist Parti yönetiminin, kimi zaman Doğu Türkistan’daki kimsesiz kız çocuklarını, Çin’in farklı bölgelerine götürüp türlü işlerde kullandığını kaydetti.
“En fazla iki, nadiren de üç çocuk doğurmalarına müsaade edilen Doğu Türkistanlı kadınlar, “plan dışında” hamile kaldıklarında hamileliklerinin son günleri dahi olsa mecburi kürtaja tabi tutulmaktadırlar” bilgisini veren Yrd. Doç. Dr. Kul, bugün Doğu Türkistan’da nüfusun bile tam olarak bilinmediğini vurguladı: “Çinlilere göre Doğu Türkistan’da Çinliler de dâhil olmak üzere 21 milyon insan var; ancak bizim verilerimize göre Doğu Türkistan’da 35 milyon Müslüman Türk yaşıyor.”
Camiye Girebilmeniz İçin Adınızın Listede Olması Gerekiyor
Amerika’da gerçekleştirilen 11 Eylül saldırılarının ardından birçok devletin terörizme karşı işbirliği anlaşmasını imzaladığını, bunu da en çok Çin’in desteklediğini aktaran Yrd. Doç. Dr. Kul, Doğu Türkistan’da yaşanan asimilasyon politikalarına karşı Çin’in halkın ayaklanmalarını bastırmak adına yaptığı insanlık dışı uygulamalarını “terör” adı altında meşrulaştırmak istediğini anlattı.

“Çin, terörün nedeninin İslam olduğu algısını oluşturarak, dini yasaklıyor. Bugün Doğu Türkistan’da camiye girebilecek kişilerin listesi asılıyor, öğrencilerin oruç tutup tutmadıkları önlerine yemek konularak test ediliyor” diyen Yrd. Doç. Dr. Kul, Çin’in imzalayarak onayladığı Birleşmiş Milletler Antlaşması’nı ihlal ettiğine de dikkati çekti: “Antlaşmada yer alan “Her millet kendi mukadderatını tayin etme özgürlüğüne sahiptir” maddesi Doğu Türkistan için bir şey ifade etmemektedir.”
Türkiye’ye Gelenlere Kapıları Açmak Yeterli Değil
Doğu Türkistan’da yaşananlara gereken önemin verilmediğini belirten Yrd. Doç. Dr. Kul, “5 Temmuz 2009’da Urumçi’de yaşanan katliamda sadece 5 saat bilgi akışına izin verildi. Sonrasında bütün bağlantılar koptu. Çin’in resmi kaynakları ölü sayısının 187 olduğunu belirtirken bizim verilerimize göre bu sayı 2 bini aşıyordu” diye konuştu.
Yrd. Doç. Dr. Kul, Gazze’de gerçekleşen olayların medyada ve kamuoyunda daha fazla ses getirmesine karşılık Doğu Türkistan’dan bihaber olunduğunun, “küresel bir köy” haline gelen dünyanın halen Doğu Türkistan’ın sesini duymadığını anımsattı. Çin’in komşu olduğu Orta Asya ülkeleri ile imzaladığı anlaşmalar sonucunda ülkeden kaçan Uygurlar geri iade ediliyor. Yrd. Doç. Dr. Kul, Türkiye’nin ise ülkeye gelen Uygur Türklerine kapılarını açtığını; ancak sadece bunun yeterli olmayacağını, onları iskân etmenin, istihdam sağlamanın da önemli olduğunu söyledi.
Çin’in Uygurlar arasındaki birlik ve beraberliği bozmaya çalıştığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kul, “Doğu Türkistan’da dini özgürlüğün kısıtlanması, uygulanan nüfus politikaları, Uygur gençlerine yapılan insanlık dışı muameleler gibi olumsuzluklar yaşanmasına karşın Uygurları; dilleri, dinleri ve milliyetleri ayakta tutuyor.” diye konuştu.
Bu Dava İnsanlık Davasıdır
Yrd. Doç. Dr. Kul, Doğu Türkistan konusunda öncelikli olarak İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçmesi gerektiğini savunarak, şunları kaydetti: “Ekonomik yaptırımlar Çin ekonomisine büyük zarar verir. Çin’in İslam ülkeleri ile yaptığı ticaret hacmi 300 milyar dolar. Bu ticaret biterse Çin ekonomisi de biter. Türkiye’nin Çin’le ticareti son rakamlara göre 32 milyar dolar ve bunların 6 milyar dolarını ihraç ediyoruz, 26 milyar dolarını ise ithal ediyoruz. Biz eğer 6 milyon ihracat yapmazsak batmayız, başka bir pazar buluruz ancak Çin 26 milyar dolar ihracat yapmazsa büyük darbe yer.”
Çin’in Doğu Türkistan’a yaptığı zulümlerin partiler üstü bir olgu olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kul, “Doğu Türkistan davası kutsal bir davadır. Türklük, İslam ve en önemlisi insanlık davasıdır. Bunun için kamuoyu oluşturup siyasi erkleri harekete geçirmeliyiz” dedi.
Doğu Türkistan meselesinin nasıl çözülmesi gerektiğine ilişkin görüşlerini aktaran Yrd. Doç. Dr. Kul, şöyle devam etti:
“Olayların çözümü, uluslararası camiadan destek almaktan, bilgilerle, belgelerle ve hazırlanan raporlarla gerçekleri kamuoyuna açıklamaktan geçer. Karşımızda güçlü bir devlet var ve savaşarak bu konuyu çözemeyiz. Devletler nezdinde uluslararası kuruluşların, siyasi erklerin ve insan hakları teşkilatlarının desteklerini alarak onlara bu olayları anlatıp çözüm bulmalıyız. Bu şekilde de yeni argümanlar oluşturmalıyız. Bu olaylar şiddetle değil; insan hakları, sosyal adalet, hak ve hukukla çözüme kavuşturulmalıdır.”