AJANS ÜNİVERSİTE- Gözde AVCI
“Kadına Karşı Şiddet ve Önlenmesi Konferansı “Gerçekleşti
İstanbul Üniversitesi Uluslararası Hukuk Kulübü’nün 20’inci Etkinlikleri dolayısıyla İnsan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı “Kadına Karşı Şiddet ve Önlenmesi Konferansı” İstanbul Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Konferansa Hukuk fakültesi hocalarından Prof.Dr.Bengi Semerci, Doç. Dr. Arzu Arıdemir, Yard. Doç. Dr. Gülay Arslan Öncü, Araş. Gör. Tuba Kelep Pekmez ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfından Av. Çiğdem Hacısoftaoğlu, Türkiye İnsan Hakları Kurulu’ndan Av. Fatma Benli ve Mor Çatı Evi gönüllüsü Sosyolog Açelya Uçan katıldı.
İlk oturum Prof. Dr. Bengi Semerci’nin başkanlığında başladı. Bugün burada, kadını korumak adına hazırlanmış ve 8 Mart 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı kanunu, o kanun nasıl işlediğini, niye gerek duyulduğunu konuşacaklarını belirten Semerci, sözlerine şöyle devam etti: “Her ne kadar kanunun adı çıkarken ailenin korunması olarak çıktıysa da bu sadece aile içi şiddet olayı değil. Dolayısıyla bu kadın olmasına yönelik kadın olmasından dolayı uygulanan şiddetten bahsediyoruz. Kanunlar yapılır, uygulanır uygulanmaz ama en önemlisi şey erkek bakışını erkek zihniyetini değiştirecek bir şeyler yapmak ki bunun da kanunlarla olabileceğini sanmıyorum” dedi.
Şiddet Öğrenilmiş Bir Kod
Şiddetin öğrenilmiş bir kod olduğunu söyleyen Türkiye İnsan Hakları Kurulu’ndan Av. Fatma Benli, Birleşmiş Milletlerin verilerinde 14 ile 42 yaş aralığındaki kadınların eşleri yada erkek akrabaların tarafından ölüm yada yaralanma oranlarının bütün dünyada açlıktan ve savaştan dolayı ölen kadın sayısından daha fazla olduğuna dikkat çekti ve devam etti: “Devletin bir organı olan kadın statüsünün 2008’deki yaptığı bir araştırma Türkiye’de şiddete uğrayan kadın oranının yüzde 39 olduğunu gösteriyor. Bu da niye 6284 sayılı kadına ve ailenin korunmasına karşı bir yasanın var olduğu gerçeğini açıklıyor. Her hamile 10 kadından birinin şiddete uğradığını ifade ediyor. Şiddete uğrayan kadınların intiharı düşünme oranı yüzde 33. Şiddet cezasız kaldığı için sürekli tekrarlandığı için etkileri çok daha ağırdır. Üstelik annesinin şiddete maruz kaldığını görerek büyüyen bir erkek çocuğun, şiddeti uygulama ihtimali yüzde yüz artar. Yaşanan şiddette ilerleyen aşamalarda sözlü şiddet, maddi şiddet, dışarı çıkartılmama gibi yanıltma tarzı değil; bizzat fiziksel şiddete en uç örneklerde de yaşam hakkının ihlali olan öldürmeyle sonuçlanıyor.
Kanunda Şiddetin Tanımlanması Çok Önemli
Araş. Gör. Tuba Kelep Pekmez, kadının şiddet gördükten sonra mümkün olduğunca adli sistem içine sokulmadan, o mağduriyetin tekrarlamasının önlenmesi suretiyle bu şiddetin ortadan kaldırılması ve şiddetin tamamen Türkiye’den yok edilmesi öngörüldüğünü belirtti ve sözlerini şu şekilde sürdürdü: “ Kanunda dikkat çeken noktalardan biri tanımlarda getirilen bir şiddet tanımı var. Kanunda şiddetin tanımlanması çok önemli bir husustur. Çünkü yapılan araştırmalara baktığımızda Türkiye’de şiddetin fiziksel şiddet olarak algılandığını görüyoruz. Bir kadın kocası tarafından maaşı elinden alındığında bunu bir şiddet olarak algılamıyor ve bir şey yapması gerektiğini düşünmüyor. 6284 sayılı kanuna baktığımızda fiziksel şiddetin yanında psikolojik ekonomik ve sözel şiddetin de (kişiye hakaret edilmesi, parasının alınması, bir takım özgürlüklerinin kısıtlanması vs.) şiddetin tanımı kapsamına alındığını görüyoruz” dedi.
Uygulamanın Adı Var Altyapı Yok
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi başkan yardımcısı Av.Afet Gülen Köse, şunları söyledi:
“6284 sayılı yasanın ilk şekli 1999’da 4320 sayılı yasa ile kabul edilmişti. Sıkıntılı yanı ise medeni durumuna bakılmaksızın kadını korumamız gerekmesine rağmen orada biz sadece resmi nikahlı evli kadınları koruyabiliyorduk. Bu şiddeti önlemek açısından gerçekten çok yoksun kalmış bir uygulamaydı. Uygulamada sorunlar yaşıyoruz. Örneğin ,elektronik kelepçe yöntemi takip hususu var ama İstanbul’da altyapısı olmadığı için işlemiyor. Altyapısı kurulmadan yasalar konuluyor . Biz yaptık oldu demek yeterli değil. Farkında olarak toplumsal cinsiyetçi bakış açımızı kendi hayatlarımızda yok etmemiz gerekiyor.”
Şiddetin Kökenleri Araştırılmalı
Doç. Dr. Arzu Arıdemir’in başkanlığında gerçekleştirilen konferansın ikinci oturumunda ilk sözü Yard. Doç. Dr. Gülay Arslan Öncü aldı.
Sözlerine, kadına karşı şiddet sadece hukuk çerçevesinde halledilebilecek bir mesele olmadığını, şiddetin kökenlerinin araştırılması gerektiğini vurgulayarak başlayan Öncü, şöyle devam etti: “Erkekler niye şiddete başvuruyor ve ağırlıklı olarak da kadınlardır şiddet mağduru. Tabi bu erkeklerin şiddetin mağduru olmadığı anlamına gelmiyor. Erkeklerin de şiddetin mağduru olduğunu görüyoruz. Unutulmaması gereken bir kategori çocuklar. Çoğu zaman çocuk da kadınla birlikte şiddete maruz kalmakta ya da kadın şiddete maruz kalırken çocuk bunun tanıklığını yapmaktadır. 2008 tarihli araştırmaya göre eğitim seviyesi yükseldikçe maruz kalma riski azalıyor. İlk kez AİHM bir kararında, kadının şiddete maruz kalmasını bir ayrımcılık olarak nitelendirdi. Yani Türk yargı sistemin kadına karşı ayrımcı bir tavrı olduğunu ortaya koydu.”
Çocuk evliliklerin de kadına karşı şiddet biçimi olduğunu belirten Öncü,şu tespitlerde bulundu: “Birleşmiş Milletler nüfus fonu verilerine göre 2011-2020 arasında 140 milyon kız çocuğunun evli olması bekleniyor. Şu andaki çocuk evliliklerinin düzeyi korunacak olursa bir azalma olmazsa bu her gün 39 bin kız çocuğunun evlenmesi anlamına geliyor. Bu 140 milyon kız çocuğunun 50 milyonun 15 yaş altında olması bekleniyor. 2011 yılında 20 bin aile mahkemesine başvurarak 16 yaşındaki kızlarının evlenmesi için mahkeme kararı çıkarmıştır. Evlilik mevzuatında 18 yaştır 17 yaş aile 16 yaş mahkeme kararıdır. Çocuk evlilikler meselesi kız çocuğunun birçok hakkını ortadan kaldıran bir durumdur. “
Şiddetin Kaynağı Fiili Eşitsizlik
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfından Av Çiğdem Hacısoftaoğlu, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 90’lı yıllarda kurulmuş feminist bir örgüt olduğunu, 80 darbesinden sonra ilk sokağa çıkış eyleminin kadınlarla olduğunu ifade etti. Ve bu sokağa çıkışın bir hukukçu sayesinde olduğunu belirterek şöyle devam etti: “Bir hakim kadının boşanma davasını ‘ kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’ diye reddetmiş bunun üzerine kadınlar 80’li yılların ilk sokağa çıkışını ve yürüyüşünü yapmışlardır. Türkiye’deki kadın hareketi 87 yılında dayağa karşı kampanyayla 90’lı yıllarda bedenimiz bizimdir kampanyasıyla olmuştur. Yasaları ne kadar değiştirirsek değiştirelim önemli olan siyasi iradenin bu konuda gerçekten şiddetin kaynağını kadın erkek arasındaki fiili eşitsizlik olduğunu kabul ederek geleneksel rolleri pekiştirmeyen bir söyleme sahip olması”. 6284 yasa ile gizlilik maddesi getirildi can güvenliği tehdidi altındaki kadınların resmi kayıtlarda adreslerinin gizlenmesi gerektiğini ama her durumda adreslerinin deşifre olduğunu ve kimsenin gizli kayıt uygulamasını bilmediğini ekledi.
Önemli Olan Yasaların Uygulanmasıdır
Mor Çatı Evi gönüllüsü Sosyolog Açelya Uçan ise, şiddetin kaynağını patriyarka, yani erkek egemenliği olduğunu ve bunun ürettiği bir sürü mekanizma olduğunu anlatarak şu açıklamalarda bulundu: “Eğitimli erkekle eğitimsiz erkeğin uyguladığı şiddetin yöntemleri birbirinden farklı oluyor. Örneğin, bir tıp profesörünün karısına şiddet uyguladıktan sonra onu buz dolu küvete yatırması gibi. Ne yazık ki eğitim bildiğimiz anlamda üniversite eğitimi buna engel olmuyor. 12 yaşından büyük erkek çocuğu olan kadınlar sığınaklara alınmıyor. Çocuklarını da kuruma vermek istemiyorsa kadınlar şiddet ortamında kalmaya devam ediyor. Yasayla beraber eğer sizin 12 yaşından büyük çocuğunuz varsa devlet size bir ev tahsil eder maddesi getirildi. Ama ev tahsis edilmiyor. Bütçe sorunca bütçe yok, evi nereden tutacak, kim tutacak kimsenin fikri yok. Yasa yapılıyor ama kim uygulayacak bilinmiyor” dedi.