Ayna Evresi’nden Varoluşçuluğa: Popüler Kültürden Yansımalar

AJANS ÜNİVERSİTE- Elif SAATÇIOĞLU, Betül BAL

19. yüzyılın ortalarında başlayan Danimarkalı Filozof Soren Kierkegaard’un öncülerinden sayıldığı Varoluşçuluk akımı, günümüz popüler kültürünün ses getiren yapımlarına da her ne kadar dikkatli incelenmediğinde farkedilmese de ilham kaynağı olmuştur. Başrollerini Brad Pitt ve Edward Norton’ın paylaştığı gişe rekortmeni Dövüş Kulübü (1999) adlı sinema filmi, bu bağlamda incelendiğinde akımın en önemli örneklerinden bir tanesi haline geldi.

Fransız Filozof Jacques Lacan’ın “Ayna Evresi ve İdeal Benlik” teorisinde tartıştığı sava göre, kişinin kendi benliği diye bir şey söz konusu değildir. Bireyin kişiliğini önce ayna ile ilk karşılaştığı an kafasında oluşan figür oluşturur. Daha sonra da konuşmayı öğrenmesiyle birlikte dışarıdaki insanların bireyi yorumlama şekline göre “sosyal benlik” oluşur. Bireyin kişiliğini kendisinden ziyade öteki insanların oluşturuyor olmasından dolayı, asıl benlik diye bir şey olması mümkün değilken, kişilik sadece dışarıdan yapılan yorumlamaların sonucunda oluşan bir ilüzyondan ibarettir. Bu ilüzyonun, kişinin kendi benliğine yabancılaşması ve yeni bir kimlik (alter ego) oluşturması ile sonuçlanır.

Lacan’ın Ayna Teorisi ile anlattığı bireyin kendinden ayrılması durumu, her bireyin yalnız ve tek başına olduğunu savunan Varoluşçu bakış açısının edebiyat ve sinema alanında en çok kullandığı ögelerden biridir.

İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Görevlisi Okt. Tuğba Hacaloğlu Tosun, Lacan’ın “Arzu Nesnesi” teorisinde, bireyin istediği şeyleri aslında kendisinde eksik olanla tanımladığından bahsederken, Dövüş Kulübü’nde bu ögenin kullanılma şekli hakkında, “Lacan en önemli teorilerinden bir tanesi olan Arzu Nesnesi’nde arzunun kişiyi icat ettiğini söyler. Böyle bakıldığında Dövüş Kulübü’nde de başkarakterin kendine arzuları doğrultusunda eksikliğini hissettiği şeyleri doldurması için başka bir kişilik yani Tyler Durden’ı yarattığı söylenebilir” ifadelerini kullandı.

DSC_0200

Bu bağlamda, Dövüş Kulübü filmini incelediğimizde, psikolojik problemler yaşayan baş karakterin kendi benliğinin önem taşımadığı rutin bir hayat yaşadığını görüyoruz. Film süresince, karakterin adını bile duymadığımız gerçeği göz önüne alındığında, bireyin kendisini ne kadar önemsiz ve bir kimlikten yoksun hissettiği ortaya çıkıyor. Bütün bunlar ancak, filmde baş karakterin şans eseri Tyler Durden ile tanışmasıyla sona eriyor. Karakterin söyleyemediklerini söyleyip, yapamadıklarını yapan Tyler Durden oldukça radikal bir adalet anlayışıyla baş karakteri şaşırtırken, izleyicinin bakış açısını farklı bir yöne çekmeyi başarıyor. Filmin kültleşmiş repliklerinden bir tanesinin sahibi olan Tyler Durden, “Sahip oldukların zamanla sana sahip olur” diyerek, kendini eşyaları ile tanımlayan baş karakterin hayatına tam zıt bir bakış açısı kazandırırken, izleyicinin de kendi yaşam şeklini sorgulamasına neden oluyor.  Her zaman kendinde var olmasını istediği niteliklere sahip ve yaşamak istediği hayatı yaşan Durden ile kısa zamanda en yakın arkadaş olan baş karakterin onunla beraber nihayet kendine bir kimlik kazanmasını sağlayan Dövüş Kulübü’nü kurmasıyla olaylar başka bir yönde gelişmeye başlıyor.

Kendisinden daha iyi ve hep bir adım önde gördüğü Tyler Durden kısa zamanda gerek Dövüş Kulübü’nde gerekse başkarakterin hayatında onu gölgede bırakacak kadar ön plana geçiyor. Gerçekte olan durum ise, izleyiciye ancak Durden nihayet ortadan kaybolduğunda yansıtılıyor. Kendini rutinin içerisinde kapana kısılmış olarak gören başkarakter, hep daha iyi olduğunu düşündüğü Tyler Durden’ın aslında kendisinden başka birisi olmadığını fark ediyor. Film boyunca kendinin tam zıttı olarak görüp, tavırlarına ve sahip olduklarına imrendiği Tyler Durden’ın aslında var olmadığını ve Tyler Durden kimliğinin asıl sahibinin kendi olduğunu anlayan baş karakter  bir nevi varoluşsal kriz geçiriyor. İçinde bulunduğu durumla kendi benliğine yabancılaşarak oluşturduğu bu karakterin filmde farklı biri tarafından canlandırılması aslında kendinden uzaklaşma durumunun ne kadar üst düzeyde olabileceğini gözler önüne seriyor.

Okt. Hacaloğlu Tosun, Dövüş Kulübü’nün başkarakterinin Ayna Teorisi ve Varoluşçuluk açısından incelendiğinde ortaya çıkan görüntüsünü, “Başkarakterin çok saygı değer bir işi var, düzenin bir parçası olarak hareket ediyor ama buna rağmen kendi hayatının içerisinde kendine yabancılaşıyor ve çevresindeki insanlarla herhangi bir bağlantı kurmuyor. Sadece sisteme eklenmiş bir parça gibi hissederken bir süre sonra yaptığı işe bile yabancılaşan bir birey halini alıyor. Ve bu yabancılaşma, kendi kimliğinden ayrılması ile son buluyor. En sonunda bilinçaltında, kendi-ötekisi Tyler Durden olarak kurumsallığın getirdiklerine son vermek için banka binalarının altına bomba koyuyor. Sosyal benliğinden bu kadar uzak bir tavır aslında sürekli kendinden başkalaşlaştığı için bilinçli olarak fark etmese de  asıl yapmak istediği şey halini almış.”  şeklinde yorumluyor. Bu açıdan Dövüş Kulübü filmi Lacan’ın Ayna Teorisi’nin ve Varoluşçuluk fikrinin direkt olarak modern hayattaki bir bireyin  psikolojisinde nasıl yer edeceğini işlerken, bu akımların sinematik evrendeki örneği oluyor.