Ali Öz ile Fotoğraf Üzerine…

AJANS ÜNİVERSİTE – Sümeyye YAMAN

 

Yurtiçi ve yurtdışında sergiler açan ve birçok ödül alan Ali Öz, 8 Ocak 2014’te birçok ünlü isimle birlikte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi öğrencilerinin verdiği Yılın Fotoğraf Sanatçısı Ödülü’ne sahip oldu. Fotoğrafla genç yaşta tanışan ve onun yalın dilinden etkilenen Öz, 30 yıldır acısıyla tatlısıyla yaşadığı anılarını ve fotoğrafın hayatındaki konumunu anlattı

 

 

 

-Fotoğrafla nasıl tanıştınız ve foto muhabirliği alanına yönelmenizde neler etkili oldu?

Henüz lise çağındayken insan, sınıf, toplum çelişkilerini gördüm.  Gazeteci olacağım ve toplumun sorunlarını yansıtacağım diye yola çıktım.  Gazeteci olma hayalleriyle basın yayında yer aldım. O dönemin zor şartlarında (siyasi olaylar, çatışmalar, kamplaşmalar…) olayların içinde yer aldık. Bu dönemde fotoğrafla tanıştım. 78 yılı olayları, Vietnam Savaşı’ndaki fotoğraf, Nepal bombasından kaçan kız çocuğu gibi fotoğraflar o dönemde sembol fotoğraflardandı ve çok etkileyiciydi. Herkesin resim, müzik gibi uğraşları vardır, ben de fotoğrafı seçtim. Pentax ME, ilk fotoğraf makinemdi, gerçekleri yansıtmak için insanların yararına kullandığım ilk silahım da diyebiliriz. 1983 yılında Ankara’dan İstanbul’a gelmiştim. İstanbul’u tanımadan koca bir okyanusta yüzme bilmeden yüzdüm. Geldiğim noktaya bakarsak başarılı olduğumu da düşünüyorum. Bu sırada efsane Nokta Dergisi’yle basın hayatım başladı. Güneş Gazetesi, Milliyet Gazetesi, Aktüel Dergisi, Tempo Dergisi, Star Gazetesi, NTV Mag ve en son Birgün Gazetesi olmak üzere çeşitli yayınlarda çalıştım. Fotoğrafın yalansız dolansız dilinin etkisiyle başladım ve halen elimden geldiği kadar olayları görsellerle yansıtmaya çalışıyorum. Geri kalmış ülkelerde görsel iletişim olgusunun önemli olduğuna inanıyorum.


-30 yıllık bu sürecin sizdeki izlerinden biraz bahseder misiniz ?


İşimi hep severek yaptım hiçbir zaman para peşinde koşmadım. İnsan hakkına her zaman saygım vardır. Kısa bir sosyal politika deneyimim oldu, çeşitli sendikalarda çalıştım ancak orada da sendika ağalığını, paranın işçi hakkının önüne geçtiğini gördüm ve hayal kırıklığına uğradım. Mesleğimi yaparken çok kişiyle mücadele ettim. İnsanların haklarını korumak için hep ön safhadaydım yani. Ülkemin hikâyesini fotoğraflamak benim için önemliydi. Zor zamanlarımız da oldu: İçinde bulunduğum araba takla attı, dayak yedim, yaralandım. 1992’de Cizre’de arkadaşım İzzet Kezer ile görevdeydik, öldürüldü. Arkadaşlarımla binanın üzerindeyken bina çöktü. Ama biz fotoğraf çekmeye devam ettik. İşimi yaparken hep en iyisini yapmaya çalıştım, doğru bulmadığım işi kabul etmedim.

-Teknolojinin gelişmesiyle fotoğrafın kolay bir iletişim aracı haline geldiği düşüncesi var insanların zihninde. Üstelik hızla sosyal medyada paylaşabilen kişi foto muhabiri konumunda yer alabiliyor. Siz fotoğraf ile teknoloji ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz ve foto muhabirliğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

İnsanların bir gazeteyi veya dergiyi eline aldığında dikkati fotoğrafa ve manşete yönelir. Dolayısıyla fotoğraf yani görsellik iletişim araçlarının vazgeçilmez öğeleridir. Türkiye’de foto muhabirliğine değer verilmiyor. Oysa gazetenin yarısını biz çıkartıyoruz. Türkiye’de bir kadının bir de fotoğrafçının adı yok.Foto muhabiri bağımsız çalışır ve bir fotoğrafçı olaya en önce giden en son olay yerini terk edendir. Herkesin görmediği farklılığı yakalamalı. Detaycı, bakmayı bilmeli, kural dışı düşünmek zorunda. Her olayda ülkeme ne kadar çok haber, bilgi, fotoğraf, detay getirebilirim diye uğraştım. Gazeteler artık yeni foto muhabiri pek almıyorlar. Vatandaş muhabirliği, haberciliği yaygınlaştı. Eskiden bindiğimiz uçak kaçırıldığı vakit biz sevinçten takla atardık haberin içinde olduğumuz için. Şimdi uçak kaçırıldığında elli kişi aynı anda 3G’li telefonlarla çekim yapıp anında yayın yapıyor. İmaj kirliliği var bu dönemde. Tüketim çağının toplumu olduk her şeyi saniyeler içinde tüketme çabası var.Her şey çok hızlı gelişiyor ve iyi fotoğraf kötü fotoğraf ayrımı yapılamıyor. Fakat sosyal medyadan ve sergi çalışmalarımdan hikâyesi olan fotoğrafın hala ilgi çektiğini görüyorum. Fotoğrafçı bugünü yarına taşıyan insandır. Mesleği seçerken hayalim şuydu: Kimin hikâyesini fotoğraflayacağım? Gençler de düşünmeli; farklı bakış açılarından çekerken bugünkü gelişmeler ışığında birkaç yıl sonra ne olabilir?

DSCN8421.hgbj

-Üç yıl önceki çalışmanız “Tarlabaşı: Ayıp Şehir” sergisi çok ilgi uyandırdı.  Artık isminizden söz ederken ‘Tarlabaşı Fotoğrafçısı’ unvanı bile sizi tanıtmaya yetiyor.  Bu çalışmaya nasıl karar verdiniz ve neler hissettirdi size?

İstanbul’a geldiğimde gözümü Tarlabaşı’nda açmıştım. Bir gün orada kentsel dönüşüm olacağı kulağıma geldi. Renkli bir mahalleydi. Burası hızla yok olmadan, değişmeden belgelemeliyim diye düşündüm. Dikkati çeken mimari doku vardı, çok kültürlülük vardı. Roman vatandaşlar, yoksul insanlar, Kürt vatandaşlar; son dönemde siyahîler ve Suriyeliler…  Yok olan sokak düğünleri, bayramlar… Dört bayram iki yılbaşı geçirdim. İçine girdikçe konu beni kendine çekti zaten. Göz açıp kapayıncaya kadar üç yıl geçmiş. O insanlar için bir şeyler yapmak, sıkıntılarını paylaşmak istedim ve sosyal medyayı kullanmaya başladım. Basında çok ilgi gördü. Zor şartlarda kitabını çıkardık. Kısa sürede en hızlı tükenen fotoğraf kitabı oldu. Manevi moral ve destekle yaptığım bir işti. Bu insanlarla hayata dokundum. Yaşamı hissediyorsun, işte fotoğraf böyle bir iş. Yorucu ama insanı mutlu eden…
Kendi yaşamımdan tarlabaşı hayatına geçmek de insanlığa hizmet içindi. Hepimiz insan yavrusu olarak dünyaya geliyoruz. Önemli olan akıllarda kalabilecek çalışmalara imza atmak.

 02dugun

-Basından bildiğimize göre bir çalışma daha gerçekleştirmek istiyorsunuz. Bundan sonraki çalışmalarınızda neler yer alacak?

Ülkemin 30 yılını fotoğrafladım. 1 Mayıs’ını, öğrenci eylemlerini, çalışan meselelerini, politikacılarını….  Ara Güler’in ‘Foto muhabiri tarih yapar’ sözündeki gibi, çeyrek asırdan daha fazla bir zaman bu. Destek sağlayabilirsem “Türkiye Politik Belgeseli” kitabı yapmak istiyorum. Bu ülkede ne yaşandıysa yansıtmak ve insanların geçmişi görüp ders çıkarmasını istiyorum.

-2014 senesinin ilk günlerinde; Gülben Ergen, İrfan Değirmenci, Ayşe Arman, Burak Özçivit gibi birçok ünlü isminde ödül aldığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nden “En İyi Fotoğraf Sanatçısı” ödülünü aldınız. Bu size neler hissettirdi?

Birçok ödül aldım ancak şu an çalışmayan bir insan olarak toplumun hala bana değer vermesi özellikle de bunun gençlerden gelmesi çok hoşuma gitti. Birçok ünlüyle beraber verilmesi de beni çok mutlu etti. Bunu hayatın içinde olmaya ve insanlara dokunmayı başarabildiğime bağlıyorum.

-Meslekten tecrübeler edinen biri olarak gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Her şeyden önce sevmek lazım.  Bu kuşağa “Ah, seni seviyorum!” kuşağı diyorum ben.  Peki, sevdiğiniz için ne yapıyorsunuz? Umutsuz ve doyumsuz olmamalı insan.  En önemlisi içimizdeki yaratma heyecanını kaybetmemek. Çünkü kaybettiğinde insan tükenir, yarattığın vakit varsın dünyada.